31 Aralık 2008 Çarşamba

2009 da geldi ( :


takvim yaprakları teker teker koptu ve bir yılı daha geride bırakarak sona erdi. Bu son gün tüm insanların içini bı umut gelecek yıldan beklentiler sardı. yeni yılı karşılamak için sabahtan alışverişler yapıldı. sofralar hazırlandı. 2008' i mutlu bir gece ile tamamlamak için gün boyu bir koşuşturmaca yaşandı. ki bu koşuştuma içinde bende gün boyu çok yoruldum galiba 2009'u çalan müzikle eşliğinde masa başında uyukluyarak karşılıycam :) şaka bir yana gelen yılın herkese sağlık mutluluk sizi seven insanlarla birlikte geçmesi dileğiyleee .


Ceren ŞAHİN

neden NİMET ABLA?


2009 yılına 2 gün kala yeni yıla yüklenen umutlardan biride süphesiz milli piyonga biletinden çıkan büyük ikramiye ile yapılıcaklardır. Ne kadar çıkacağından çok çıknca neler yaparım düşüncesi sarınca insanı soluğu hemen bir piyongo bayiinde alıyor tıpkı bugün annem ve benim sabahtan Eminönü Nimet Abla gişesinin önünde lapa lapa yağan kara aldırmadan saatlerce beklememiz gibi ( : Tercihimiz neden normal bir bayii değil de Eminönü Nimet Abla diye şöyle bır düşnünce Nimet Abla'nin piyongo biletlerinin tarinde uğurlu el kabul edildiği inancının herkes gibi bizimde içimizde olduğunu göryüyorum. Peki bu inancın kaynağı nedir? Neden Nimet Abla ?
NİMET ABLA
Annesinin adı Sıdıka Babasının adı Raşit olan Nimet Abla 1899 yılında İstanbul' da dünyaya gelmiş olup asli ismi MELEK NİMET ÖZDEN'dir Eşi İsmail Beyin 1928 yılında Eminönü Yeni cami önündeki meydanda tütüncü ve sarraflık dükkanında müşterilerine Türk Tayyare Cemiyetinin çıkardığı piyango biletlerini satmaya başlamasıyla Nimet Abla'nın ilk biletçilik temelleri atılmış olur. Eşi İsmail Bey Tayyare piyango biletlerinin ser bayisi olarak biletleri, tanıtmak maksadıyla küçük esnaflara dağıtır. Satılan biletlerin paralarını tahsil edemeyince işletmesi büyük zarara uğrar ve kapatma noktasını getirir. Bu zor günlerde işin başına geçen Nimet Abla Türk Tayyare Cemiyetinin müdürü Merhum Fikret Bey ile görüşüp cemiyetin bir numaralı bayilik anlaşmasını yapar . 1931 yılının yılbaşında satmış olduğu biletlerden 100 Bin lira büyük ikramiye kazanılması onun uğruna inananların sayısını her geçen gün daha artırmış ve o zamanın en çok tirajı olan İkbal ,Tasvir ve Efkar gazetelerinin birinci sayfalarında Nimet Abla'nın talihliye 100 adet mor bin liralıkları sayarak teslim ederken çekilen fotoğraflarının ve röportajlarının yayınlanmasını ardından ve“Talih Nimet Abla ‘dan doğuyor” inancını yüreklerine yerleştiren sadece İstanbul halkı değildi. Artık Türkiye'nin çeşitli illerinden gelip Nimet Abla gişesinden bilet almaya başlamışlardır. 1938 yılında zamanın valisi ve belediye başkanı merhum Lütfü Kırdar' ın Eminönü meydanının genişletilmesiyle ilgili başlayan istimlâk çalışması nedeniyle şimdiki yerine taşınmıştır . İşlerin çok olmasından dolayı gece gündüz kar,kış demeden çalışan Nimet abla gerektiğinde evine gitmez dükkanın üst katında yatardı . Satmış olduğu biletlerden çıkan büyük ikramiyeleri gazetelerde yayınlatır ve işyerine asarak reklâmını yapardı. Sattığı biletlerden insanları zengin ve mutlu etmek ona büyük haz ve mutluluk verirdi. İlki 36 yaşında olmak üzere defalarca Hacca giden Nimet Abla ATATÜRK hayranı olup “Onun sayesinde bu günlerimizi yaşıyoruz derdi” ilke ve inkılâplarına verdiği değere olan inancının bir saygısı olarak her yıl ATA' ya mevlit okuttururdu. İnançlarına bağlı olan Nimet Abla ilk Türk iş kadınları arasında yerini almış ve piyango tarihine damgasını vurmuştur. 1963 yılının Ağustos ayında Esentepe' de kendi adını vermiş olduğu bir cami inşaatına başladı ve 1970 yılında biten camiyi hizmete açtı. İç tasarımı 1980 yılında tamamlanmıştır . Bu camiye bir gelir kaynağı elde etmesi için 1971 yılında boğazdaki villasını satarak Hacı Nimet ismiyle bir vakıf kurmuş ve tüm gayrimenkullarını vakfa bağışlamıştır. Bugün bu vakıfta gayrimenkul irad geliriyle 200 kadar çocuk çeşitli okullarda eğitim görmektedirler . Yetmişli yıların başlarına kadar işinin başına gidip şans dağıtmaya çalışan Nimet Abla hastalanıp felç geçirince sevgili müşterilerinden uzak kalır. Bir müddet ferçli yaşayan Nimet Abla 28 Temmuz 1978 yılında vefat ettiğinde İstanbul ünlü simalarından birini daha kaybetmiş olur . Evet Nimet Abla ebedi âleme çoktan göçtü,ama “onu uğurlu eli” hâlâ Bahçekapı Eminönü Meydanı , Bakırköy İstanbul Caddesi ve Sirkeci Ankara Caddesindeki gişelerinde umut dağıtmaya devam ediyor.Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen ve Avrupa' nın muhtelif yerlerinde çalışan insanlarımız onu hâlâ canlı tutuyorlar.
UMUTLARIMIZIN GERÇEK OLMASI DİLEĞİYLE ( :

26 Aralık 2008 Cuma

Karınca Kito




Mahkumun biri, yalnız kaldığı hücre içinde bir karınca ile arkadaşlık yapar. Kito adını verdiği bu karınca zaman içerisinde adamın talimatlarına göre hareket eder hatta takla atmayı bile öğrenir.Mahkum, insanların Kito'ya hayran kalacağını ve göreceği büyük ilgi sayesinde zengin olacağının hayalini kurmaktadır. Hapisten tahliye olduğu gün Kito'yu kibrit kutusunun içine koyarak bir kafeteryaya gider. Amacı insanların Kito'ya nasıl tepki vereceğini test etmektir.
Karıncayı kibrit kutusundan çıkaran eski mahkum garsonu çağırır. Amacı garsona Kito'nun marifetlerini göstermektir. Garsona "Masanın üstünde duran şu karıncayı görüyor musun?" diye sorar sormaz, garson elindeki bezle karıncayı alır ve "Afedersiniz beyefendi" diyerek Kito'yu öldürür.

kıssadan hisse :Her kişinin kendine ait değerleri ve inançları vardır. Bir kişi için çok önemli olan bir olay diğeri için pek de önemli olmayabilir. Kişileri kendi inanç sistemimize göre değerlendirirsek sorunlarla karşılaşabiliriz. Yapmamız gereken kişilerin inanç ve değerlerine saygılı olmak ve ilişkilerimizde kendimizi onların yerine koyarak hareket etmektir

25 Aralık 2008 Perşembe

alanis morissette - uninvited

uninvited

like anyone would be

i am flattered by your fascination with me

like any hot-blooded woman i have

simply wanted an object to crave

but you, you're not allowed

you're uninvited an unfortunate slight

must be strangely exciting

to watch the stoic squirm

must be somewhat heartening

to watch them burn me, shepherd

but you you're not allowed

you're uninvited

an unfortunate slight

like any uncharted territory

i must seem greatly intriguing

you speak of my love like

you have experienced love like mine before

but this is not allowed

you're uninvited

an unfortunate slight

i don't think you unworthy

i need a moment to deliberate.

(city of angels)

12 Aralık 2008 Cuma

‘ABİ BİR SİGARA VERSENE’



Sınıf, yaş, beceri … İnsana dair her türlü özelliklerin yoksun olmasıyla var olan bir mekân. Akıllarını yitirmiş, sosyal hayata geri dönmek, diğerleri ile eşitlenmek, verdikleri zararın tekrar edilmemesi için gelenler... Toplum tarafından ‘deli’ olarak tabir edilen bu insanlar İstanbul da kocaman bir bahçenin küçücük koğuşlarında tedavi oluyorlar; İstanbul Ruh Ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde …
Güneşli bir Pazar sabahı gittiğimiz hastanenin kocaman bir bahçeye açılan büyük bir kapısı var. Bahçeye ilk girdiğin zaman için huzur doluyor. Yemyeşil ağaçlar, koşuyolunda yürüyen insanlar, banklarda oturan sevgililer, ailece Pazar pikniği yapan insanlar. Buranın bir hastane bahçesi olduğuna inanmak zor. Uzun, dar, ağaçlı yollarda ilerledikçe hastane tılsımı daha da yükseliyor ve dar sokaklardan biri seni o meşhur heykele götürüyor. Rodin’in ‘Düşünen Adam Heykeli’.Boş bir havuzun önünde eli çenesinde düşünceliyle boğuşan ve belki de çok düşünmekten taşlaşan adam. Çevresinde onun dev cüssesine rağmen korkmadan oynayan çocuklar, koşuşturan doktor ve hemşireler, havuzun mermerine oturmuş, sırtını heykele dayanak yapmış dertli hasta yakınları var. Fakat onlar onun varlığına öyle çok alışmışlar ki filmlere bile konu olan bu tarihi yapıtı görmüyorlar…
Heykelin karışışında ikiye ayrılan yolun biri Baştabiplik’e açılırken diğeri ise esas bahçeye açılıyor. O yolda ilerledikçe artık hastane bahçesi huzurdan çok endişe vermeye başlıyor. Bahçeleri birbirinden ayıran taş duvara doğru yürüdükçe duvar dibinde bekleyen insanların endişeli yüzlerine tanık oluyorsun. Çevrede koşuşturan görevliler de hastane bahçesinin o kısmını diğerlerinden onların tabiri ile ‘normallerden’ bir sır gibi saklıyorlar. Açık bulunan hastane kapısından ise sadece hasta yakınları alınıyor içeriye. Taş duvarları aşıp bahçeye ulaştığında kocaman bir o kadar da kasvetli bir bahçenin içinde buluyorsun kendini. Taştan boş bankların olduğu, kuş seslerinin bile duyulmadığı bir yer. İlerlemeye devam ettikçe diğer ortamdan daha da soyutlanıyorsun…
Epeyce uzun olan bu yolda yürümeye devam ettikçe kulağında küçük bir melodi çalınıyor. Gittikçe artan bu ses küçük müstakil bir evden geliyor. Burası NUMATEM ’in 10. servisi. 16–20 yaş arasındaki madde bağımlısı çocukların ıslah edildikleri yer. Evin önünde küçük bir bahçe var. Bahçede derme çatma sarı bir avlunun içinde oturan birkaç hasta bilinçsizce kafa sallayarak yüksek sesle çalan müziğe eşlik ediyorlar. Aralarında yaşıtları olmayan iki hasta da var. Onlar diğerleri gibi kafa sallamak yerine bahçede birer mahkûm gibi volta atıyorlar. Hepsi düşünceli ve boş bakıyorlar çevrelerine. Birbirleriyle hiç konuşmuyorlar. Dışardan bir insan yaklaşınca bahçeye hemen sigara istiyorlar. Sigara onlar için ekmek, çay su gibi. Görevli gardiyan en az onlar kadar hayattan bıkmış tavırları ile hastaları bahçe duvarından uzaklaştırıyor. Bahçede ilerlemeye devam ederken evden kaçan bir hasta bize doğru koşuyor.28–30 yaşlarında, zayıflıktan üzerinden düşen eski mavi tişörtü olan hasta yanımıza yaklaşıp ‘ Abi, bir sigara versene ’ diyor. Hastalarla ziyaretçiler arasında artık parola haline gelen bu cümleyi hastane bahçesinde hemen hemen her hastadan duyabilirsiniz. Yalnızlıklarının tek çaresi olan sigara onlar için büyük bir mutluluk. Sigarayı alınca yanımızdan hemen uzaklaşıp az ilerdeki dizi çekim ekibinin yanında doğru ilerliyor. Merakla onları izlerken sigarasını yakmak için yanlarına yaklaşıp ateş istiyor. Ekipten biri onu başlarından savmak için hemen görevliyi çağırıyor. Hasta, görevliye yakalanmamak için hemen oradan uzaklaşıyor sigarasını da yakamadan…
Yolun sonuna doğru yaklaştığımızda büyük demir kapısı olan ve dışarısı ile hiçbir bağlantısı olmayan bir bina çıkıyor karşımıza. ‘Dr Zati Dokuz Muhafaza ve tedavi Kliniği’
adındaki bu bina; suç işleyen ağır psikiyatrik vakaları barındırıyor. Sarı ve yeşilin en soluk tonlarında kalın şeritler halinde boyanmış, yüksek tellerle örülmüş bina, içeriye dışarıdaki ışıktan nasiplenmesin diye kalın parmaklıklı camlarla kaplanmış. Kocaman demir kapının küçücük açıklığından gelen bağrışlar, hastaların parmaklıklar arkasından özgürlüğe bakışı için yaşanan itişme. İnsanları gördükçe camlara yapışıp yine hastane parolasını söylüyorlar;
’Abi bir sigara versene’. Cama doğru yaklaşıp içeri baktığımızda, küçücük bir koğuşa tıkılmış akıllarını yitirip suç isleyen hastalar aynı zamanda mahkûmlar hemen camlara yapışıp merakla insanlara bakıyorlar. Bahçeye giren diğer hasta yakınları da aynı merakla onlara bakıyor. Şaşkın ve ürkek bakışmalar görevlilerin uyarmasıyla son buluyor.
Bahçenin sonunda ise geriye dönüp baktığımızda aklını kaybetmiş insanın, dışardan gelen bir akıllı için çok daha iyi düşünmesi gerektiğini hatırlatıyor. Aklın ve düşünmemin değerini anlamak gerekiyor. Bahçeden çıkıp normal insanların yanına geçildiği zaman hayatın iki farklı yüzünü görüyorsun ve heykelin neden bu kadar düşünceli olduğunu daha iyi özümsüyorsun…